Bize Kuran Yeter!

Kuran bizzat bize Allah'a ve Resulü'ne itaati öğretir. Kuran bizi bizzat Allah Resulü sallahu aleyhi vesellem Efendimize yönlendirir. Onun bizim için en güzel örnek (üsvetun hesenetun) olduğunu söyler.

Bu başlık altında yazılan bazı yazıları görünce insanın, ümmetin düştüğü duruma daha da ağlayası geliyor.

Özetle şöyle iddia ediyorlar: Kuran bize yeter. Kuran’da herşey belirtilmiştir. Bu nedenle hadislere gerek yoktur. Kuran dışında hiçbir bilgi kaynağını kabul etmeyiz. Ve bu konuda karşı iddiada bulunanların delillerini tek tek çürüterek kendi fikirlerini sağlamlaştırmaya çalışırlar. Bunu da genellikle kelime oyunlarıyla veya Kuran’ın ayetlerini bir yerden keserek – birbirine bağlı önündeki arkasındaki ayeti dikkate almadan, Kuran’ın nüzul sebebini göz ardı ederek veya hadisleri yanlış anlamda veya tam olarak anlamadan alarak yaparlar.

Tabi bu fikirdekilerin tavırlarınin seviye seviye olduğu görülüyor. Kimisi Resulullah sallahu aleyhi vesellem Efendimizi inkar edecek seviyede hadis düşmanlığı yapıyor, kimisi hadislerin bugüne kadar ulaşmadığını söyleyerek inkar ediyor, kimisi uydurma hadisleri öne sürerek karşı çıkıyor, kimisi de hadislere şüpheci yaklaşarak hareket ediyor, peygamber Efendimiz diyebiliyor fakat sünnete dair hayatına bir şeyler katmayı kerih görüyor. Hatta daha ilginç olanı; bazısı sünnette bulunan islami kurallara ümmetin uyguladığı kurallar, ümmetin alışkanlıkları gibi ifadeler kullanarak özellikle sünneti seniyyeyi tanımlamamayı tercih ediyor.

İşin ilginç tarafı savundukları iddiaya karşı çıkmak da onu savunmak da bir yönden sorun teşkil etmektedir. (Yani satrançtaki gibi bir hamle yapıyorlar ve sizi ya kaleyi ya da fili kaybetmeye zorluyorlar, yani hangi adımı atarsanız atın, her türlü kaybınız var). Ancak Allah’ın izniyle tuzağa düşmeyeceğiz ve biz de Kuran bize yeter diyeceğiz ve ekleyeceğiz: Kuran bizzat bize Allah’a ve Resulü’ne itaati öğretir. Kuran bizi bizzat Allah Resulü sallahu aleyhi vesellem Efendimize yönlendirir. Onun bizim için en güzel örnek (üsvetun hesenetun) olduğunu söyler.

Etrafımızda yüzbinlerce namaz kılmayan, oruç tutmayan insanlar varken ve örtünme konusunda çok ciddi sıkıntılar yaşanıyorken, ümmet birbirine düşmüş birbirini katlediyorken ilim tahsil ettiğini belirten kişilerin ümmetin dertlerini bırakıp Sünnet-i Seniyyeyi devre dışı bırakmaya çalışması akılla izah edilebilecek gibi değildir.

Resulullah sallallahu aleyhi vesellem Efendimizi sanki Allah’ın bildirdiklerinden başka bişey belirtmeye çalışan, sanki Allah’ın hükmü dışındaki şeyleri bize anlatmaya çalışan bir insan gibi ortaya koymaları ya art niyetli olduklarını gösterir ya da Onu yeteri kadar sevmediklerini/anlamadıklarını gösterir.

Eğer art niyetli iseler bilsinler ki,

Bakara, 98

مَن كَانَ عَدُوًّۭا لِّلَّهِ وَمَلَٰٓئِكَتِهِۦ وَرُسُلِهِۦ وَجِبْرِيلَ وَمِيكَىٰلَ فَإِنَّ ٱللَّهَ عَدُوٌّۭ لِّلْكَٰفِرِينَ

Kim, Allah’a, meleklerine, peygamberlerine, Cebrail’e ve Mikail’e düşman olursa bilsin ki Allah da inkar edenlerin düşmanıdır.

Ancak art niyetli değil iseler ki biz böyle olduğunu kabul edelim, Resulullah sallallahu aleyhi vesellem Efendimizi yeteri kadar tanımadıkları veya sevemedikleri anlamına gelir.

Bir insan eğer Allah Resulü’nü (sallallahu aleyhi vesellem) seviyorum diyorsa ondan sadece kuru kuruya “peygamberimiz” diye bahsetmez bahsedemez. Çünkü kalbindeki aşk buna izin vermez. Onu o kadar çok sever ki Onun adı anıldığında yerinde duramaz sallallahu aleyhi vesellem, aleyhisselatu vesselam, binler salat ve binler selam demekten kendini alamaz.

Hele Onu bir iş ünvanı gibi “peygamber” ve “elçi” gibi yalın ifadelerle tanımlayamaz, haya eder. Peygamber Efendimiz der en azından, Onun kendisinin efendisi olduğunu aşkla belirtir. Hatta Ona aşık o en güzel neslin dediği gibi Anam babam sana feda olsun, Ya Resulullah demeden kendini alamaz.

Zaten alemlerin Rabbi olan Allah Onu alemlere rahmet (ki bu ifade bile Onun Allah katındaki değerini tek başına ortaya koyar) olarak göndermiş ve bizlere Ona karşı edepli olmayı, Onun önüne geçmemeyi, Onu çağırırken herhangi birini çağırır gibi çağırmamayı, Onun yanında sesi yükseltmemeyi Hucurat suresinde anlatmıştır.

Ona karşı saygı o kadar önemli bir husustur ki Rabbimiz Onun yanında ses yükseltmeyi, amellerin boşa gitmesi olarak değerlendirmektedir. Öyle az bir karşılık değildir, şaka veya abartı da değildir bu, insanı cehenneme yani en kötü akıbete götürecek bir harekettir.

Ayrıca Onu dışarıdan bağırarak çağırmayı akılsızlık olarak belirtmektedir. Ve Ona teslimiyetle salat ve selam vermeyi de emretmiştir. Rabbimiz, bununla birlikte müslümanlara kendi canlarından önce Onun canını korumalarını ve Onun kendi canlarından daha evla olduğunu belirterek Ona olan sevginin herşeyden hatta canımızdan bile daha fazla olması gerektiğini belirtmiştir. Ve en önemlisi eğer Allah’ı sevdiğimizi iddia ediyorsak Ona uymamız gerektiğini böylelikle kötülüklerimizin örtülüp bağışlanacağımızı ve Allah’ın da bizleri seveceğini belirtir (bu ayette Allah-u Teala Resulü’nün söylemiyle cümleleri kurar, peygambere itaat edin gibi değil de “deki bana uyun” şeklinde).

Allah’ın bu kadar sevdiği, övdüğü ve ismini övülen manasında Muhammed (aleyhisselatu vesselam) olarak belirlediği Zat-ı Muhammediye o kadar sene haşa ve kella boşuna mı zaman geçirdi bu dünyada. Hiç mi konuşmadı ve bir hayat yaşamadı! (Nasıl hüküm veriyorsunuz!)

Zat-ı Muhammediye’yi (sallallahu aleyhi vesellem) seven bir insan nasıl olur da Onun hayatındaki fiiliyatları ve sözleri göz ardı eder (ki hadis demek zaten Onun fiiliyatları ve sözleridir). Nasıl o hayatın Kuran’ın dışında olduğunu söyler! Onun hayatını soranlara “Siz hiç Kuran okumuyor musunuz? Onun ahlakı Kuran’dı” diyen Hz. Aişe radiallahu anha annemizin sesini hiç mi duymazlar!

Allah’ın Onun bir yüz ekşitmesini bile düzelttiği bir zeminde nasıl olur da Onun Allah’ın razı olmayacağı veya Kuran’a uymayan bir şey emrettiğini söyler. Onun haşa kendi kafasından dinle alakalı konularda ahkam belirlediğini nasıl söyler! Bu Onu incitmek değil midir? (Onu incitiyorsanız ateşe ne kadar da dayanıklısınız!)

Bu kadar kıymetli, mübarek, övgüye layık, değerli ve Allah’ın üsvetun hesenetun diyerek örnek gösterdiği bir hayatı nasıl olur da hiç yaşanmamış kabul edip yok hükmüne getirebilir ki bir insan! O hayatın nasıl olur da bu kadar zaman aktarılamayacağını düşünebilir ki? O alemlere rahmet (dikkat edin sadece insanlara rahmet değil alemlere rahmet) hayatın bir bilimin konusu olamayacağını veya başıboş ortalıkta olacağını her kafasına esenin bir şey söyleyeceği bir alan olduğunu hangi akıl sahibi iddia edebilir ki?

Milattan kaç yüzyıl önce yaşamış aristo, konfiçyüs gibi adamların kelimeleri bugünlere kadar ulaşıp Felsefe, Mantık, Tarih gibi sosyal bilimler olarak okutulunca bilimsellik akılcılık oluyor da, kendisini Onun uğruna feda eden/edebilecek binlerce Sahabenin bulunduğu ve her adımının Arkadaşları tarafından titizlikle takip edildiği, Allah’ın Onun en küçük hareketini bile (kendine neden helal olan bir şeyi haram kılıyorsun diye  uyardığı) kontrol ettiği Allah Resulü sallallahu aleyhi vesellemin hayatının incelenmesi, araştırılması bilimsellik olmuyor, akıl dışılık ve şirk oluyor öyle mi?

Zatı Muhammediye sallallahu aleyhi vesellem Efendimizin beşeri tercihleriyle, İslam hükümlerinin karıştırılmadığını hadis ilmini okumuş kişiler çok iyi bilirler. Zaten ene beşerun mislukum diye de Kuran’da belirtilmiyor mu? Ben sadece bana vahyolana uyarım diye de eklemiyor mu ayetlerde? Örneğin yemeğe sarmısak katılmasını istemeyince, sahabe bunun haram mı olduğunu merak ettiğinde, yok siz yiyin ben Cebrail (aleyhisselam) gelince ağzımın kokmasını istemiyorum diye kişisel tercihi olduğu belirtmiştir. Buna benzer hurma ağacı aşılaması örneği de vardır. Onda da kendi kişisel tercihi olduğunu belirtir Sahabeye.

Onun hikmet adına yaptığı sohbetleri ki Onun hayatında boş konuşmamı vardı da hangi konuşması hikmet değildi veya kayda değer değildi ey akıl sahipleri, Onun hayatında beşeri şeyler olduğunu iddia ediyorsunuz? Bu sohbetlerin, konuşmaların Kuran’ın hükmü dışında olduğunu söylüyor(düşünüyor)sunuz! Yoksa kendi sıradan hayatınızla mı karıştırıyorsunuz? Nasıl da kötü hüküm veriyorsunuz!

Bilmeyenler için burada belirtelim: Hadis ilmi bir bilim dalıdır. Belirli bilimsel değerlendirmeleri vardır. İki üç adamın kafasından uydurduğu şeyler değildir, her hadis ha diye kabul edilmez. Hadislerin sınıflandırılması vardır. Bazen bu sınıflandırma hadis rivayet eden kişilerin hayatlarına bakılarak da yapılır. Örneğin avucu boşken içinde bir şey varmış gibi atını çağırıp onu kandırarak yanına çağıran adamın rivayet ettiği hadis, adamın dürüst olmayabileceği (atını kandıran insanları da kandırabilir) gerekçesiyle sahih olmayan hadisler arasında zikredilir. Hatta şuandaki bilimin temeli olan referans verme sistemi ilk defa hadis alimleri tarafından ve titizlikle uygulanmıştır.

Şimdi siz gelip bu kadar hassas ölçüleri olan bir bilim dalını yok sayıp, göz nuru gibi kıymet verilmiş, bu kadar mükemmel yaşanmış hayatın hiç bir kesiti doğru aktarılmamış diyorsunuz, o hayatın içindeki arkadaşları ki Allah onlardan razı onlar Allah’tan razı kişileri ve onların yaşantılarını kabul etmiyorsunuz öyle mi? Ya da o hayatlardan aktarılanları hatalı görüyorsunuz öyle mi? Kuran söylüyor, Allah onlardan razıdır diye, sadece Kuran’ı kabul ederiz diyenler hadi siz söyleyin Allah’ın razı olduklarının sözleri, yaşantıları hiç bize gelmedi mi? Yoksa tarihsel bir olay olarak Kuran anlattı ve kaldı öyle mi?!

Ey akıldan ve bilimsellikten bahseden akıl sahipleri Allah Resulü sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz veda hutbesinde bizleri bu tehlikelere karşı şöyle uyarmıştır “Size iki şey bırakıyorum Allah’ın Kitabı ve Sünnetim (Ehli Beytim), bunlara tutunduğunuz müddetçe yoldan çıkmazsınız”.

Yazının yazılmasına neden olan iddia sahipleri tutunacağımız bu iki kulptan veya iki kanattan birini kesmeye mi çalışıyorlar? Yaptıkları çabanın bizi sapkınlığa yüzde elli yaklaştırdığını görmüyorlar mı? Yoksa hedefleri bu mu? Biz ilk başta olmadığını öyle kabul ederek devam etmiştik ancak yapılanlar ümmetin Allah’a daha itaatli ve sadık olmasını sağlamak yerine, O’nun yoluna davet edenlerle uğraşmak gibi görünüyor.

Bu ülke insanlarına 90’lı yıllarda tvlerde kadınlara sataşan figüran din adamlarını göstererek bir din travması yaşatan, dini hassasiyeti olanların sapkın olduğunu göstermeye çalışarak insanları İslamdan uzaklaştırmaya çalışanlar ve bir ölçüde bunu maalesef başaran kesimlerin karalama çalışmalarına benzer durumlar burada da görünüyor. O zamanlar malumunuz tvlerde din adamı olarak gösterilen kuklaların uyuşturucu bağımlısı ve figüran oldukları sonradan ortaya çıktı.

Şimdi ise gerçekten Allah’a çağıran alimleri hedef alarak onların insanları kendine kul ettiklerini ve insanları şirke soktuklarını iddia ediyorlar. Bunu da çok iyi biliyorlar ki, o alimler “biz eğer Allah’ın ve Resulü’nün yolundan saparsak sakın bize uymayın” diye özellikle uyarıda bulunurlar. Onların dediklerini yapmak onlara itaat etmektir, onlara kul olmak değildir. Bizi Allah’a ve Resulü’ne çağırana tabii ki de itaat edeceğiz. Kulluk ise sadece Allah’adır.

Ortaya atılan iddialardan biri de ümmetin kötü durumda olduğudur. Bunun sebebinin ise rivayetlerle gelen, hadislerle ortaya konulan uydurma din olduğunu belirtmektedirler. Öyle süslü ve dolambaçlı şekilde konuları ve olayları yorumlarlar ki, elinizde bir yara olduğunu ve bu yaranın tüm vücudu saracağını belirtirler, siz de bakarsınız evet ya doğru burada bir yara var gibi, ve size bundan kurtulmanın eli kesmek olacağını söylerler bu da size mantıklı gelir ve iyice düşünmeden eli kesi verirsiniz, işte hadis ilmiyle ilgili yapılmaya çalışılan da tam da budur.

Ümmette sorun var diyorlar bakıyorsunuz evet sorun var, bu sorunun kaynağını ise hadisler olarak belirtiyorlar (birkaç hadis alarak ispat da gösteriyorlar) ve çözümün hadislerin kaldırılması olarak gösteriyorlar. Bunu yaparken de Kuran’dan örneklerle destekleyerek olayın şirk olduğuyla sizi bütün yaranın vücudu kapladığına ikna ediveriyorlar. Ve iyice düşünmeden veya bilgisizlikle – cahillikle hadislerin kabul edilmemesi fikri mantıklı geliyor. Sonuç: İki sağlam kulptan birinin koparılması! Allah Resulü’nden ayrı din anlayışı! İman sorunu yaşayan, ahiret bilinci oturmamış milyonlarca genç! Kimin işine yaradı?

Evet ümmet kötü durumdadır çünkü Allah’ın ve Resulü’nün yolundan farklı yollar aramaktadır ve Allah’ın ve Resulü’nün dediğini hakkıyla yerine getirmemektedir. Allah bize müminleri bırakıp kafirleri dost edinmeyin derken müslüman ülkeler birbirlerinden önce müslüman olmayan ülkelerle işbirliği yapmaktadır. Allah bize birbirinizle çekişmeyin sonra kuvvetiniz gider derken biz birbirimizi yemekten, birbirimizle uğraşmaktan nefisle/şeytanla mücadeleye vakit ayıramıyoruz.

Allah Resulü “Canım kudret elinde olan Allah’a yemin ederim ki, sizler iman etmedikçe cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe de iman etmiş olamazsınız. Yaptığınız takdirde birbirinizi seveceğiniz bir şey söyleyeyim mi? Aranızda selâmı yayınız!” diyerek bizleri birbirimizi sevmeye, bunu yapmanın mecburi olduğuna sevk ederken, bizler ise birbirimizi sevmiyoruz, sevemiyoruz, sevemediğimiz için de kıskançlık, gıybet, dedikodu, adam öldürme, hırsızlık almış başını gidiyor.

Siz bir günde kaç tane tanımadığınız insana selam veriyorsunuz? (Hatta tanıdıklarınıza selam veriyor musunuz?) Metroya, otobüse binerken hiç yanınızdakine selam veriyor musunuz? Selam verirseniz, seversiniz, severseniz gerçek imana ulaşmış olursunuz, Allah’ın ve Resulü’nün razı olduğu biri olursunuz. İşte burdan başlayın bakalım, gerçekten iman ediyor muyuz etmiyor muyuz diye! İşte buradan başlayalım bakalım o yaraları tedavi etmeye! Yoksa öyle eli bir kerede kesip atmak kolaya kaçmaktır ve hiç de akıllıca bir iş değildir.

İnsanlara Allah’ın ve Resulü’nün emirlerini hikmetle ve güzel sözle anlatarak, onlara iman hakikatlerini göstererek onları da kendimizi de kurtarmalıyız.

Namaz kılmayan milyonlarca genç insan varken (Türkiyede 18-24 yaş grubunda vakit namazlarını her zaman kılanların oranı % 26,2 – 10 milyon kişiden 7.3 milyonu namazı tam kılmıyor demektir), onlara namazın önemini anlatmak varken, örtünme konusunda ciddi sorunlar ve iman eksiklikleri varken Allah yoluna çağıran insanlarla uğraşmak, onlara çelme takmaya çalışmak, hadislerin uydurma olduğunu iddia etmek Allah’ın yoluna çağırmak mıdır yoksa tağutun ekmeğine yağ sürmek midir?

Bu ümmet ancak Allah’ın ve Resulü’nün emrini yerine getirdiği, Allah’a ve Resulü’ne itaat ettiği ve Allah’a yönelen bir kalple hayatını sürdürdüğü sürece iflah olacaktır. Unutmayın ki Allah’ın tarafında olanlar mutlaka galip olacaklardır. Ve unutmayın ki eğer müminseniz üstün gelecek olanlar sizlersiniz (eğer müminseniz!) Öyleyse gelin hep beraber Allah’a tevbe edelim ve ümmetin gerçek sorunlarıyla uğraşalım Allah’ın dinine yardım edelim, birbirimize çelme takmakla uğraşmayalım.

Allah dileseydi kitabı bir kerede indirirdi, fakat O hayata nasıl uygulanacağını göstermek üzere içimizden birine vahyederek indirmiştir.

Bir ders kitabını kendi başımıza okuduğumuzda o kitaptan bir şeyler anlarız. Fakat onu okuduktan sonra bilen birinin anlatmasından, göstermesinden sonra elde edeceğimiz fayda ilk durumdakinden kat kat fazladır. Zaten öyle olmasaydı okullarda öğretmenlere gerek kalmazdı, sadece kitaplar, notlar verilir, sınavlar yapılır ve diploma verilirdi. Hem derslik, okul kurma gibi dertler de olmazdı. Öğretmensiz okul ne kadar eksik ve yetersiz ise; hayati öneme sahip din bilgisinin, bir öğretmen olmadan sadece kitapla anlatılması da o kadar eksik kalır.

Peki bu hayatta bize nasıl yaşayacağımızı öğretmek üzere kitaplar gönderen alemleri Rabbi olan Allah, o kitapları açıklamak ve yaşamak üzere Muallimler gönderince o Muallim’e itaati ve ona uymayı öğütlerken siz nasıl oluyor da o Muallim’in hayatı olan hadisleri, Kuran’ın uygulaması olan hayatı yok sayarsınız!

Hala akletmeyecek misiniz!

Nur, 54

قُلْ أَطِيعُوا۟ ٱللَّهَ وَأَطِيعُوا۟ ٱلرَّسُولَ ۖ فَإِن تَوَلَّوْا۟ فَإِنَّمَا عَلَيْهِ مَا حُمِّلَ وَعَلَيْكُم مَّا حُمِّلْتُمْ ۖ وَإِن تُطِيعُوهُ تَهْتَدُوا۟ ۚ وَمَا عَلَى ٱلرَّسُولِ إِلَّا ٱلْبَلَٰغُ ٱلْمُبِينُ

De ki: Allah’a itaat edin; Peygamber’e de itaat edin. Eğer yüz çevirirseniz şunu bilin ki, Peygamber’in sorumluluğu kendisine yüklenen (tebliğ görevini yapmak), sizin sorumluluğunuz da size yüklenen (görevleri yerine getirmeniz)dir. Eğer ona itaat ederseniz hidayete (doğru yola) erersiniz. Peygamber’e düşen, sadece açık-seçik duyurmaktır.

 

Ya Rabbi,

Resul-i Ekrem sallallahu aleyhi vesellem Efendimize salat ve selam et. Öyle tam, öyle mükemmel, öyle güzel, öyle temiz, öyle bol ve büyük salat ve selam et ki; Senin razı olacağın şekilde, Onun razı olacağı şekilde ve bizlerden razı olacağın şekilde; Senin rahmetine ve Onun hürmetine yaraşır şekilde; salat ve selam adına eksik hiçbir şey kalmayıncaya kadar; tamam olmasına Senin tamam diyeceğin kadar; gökteki yıldızlar, yerdeki canlı cansız varlıklar kadar ve bizim bilemediğimiz ancak Senin bildiğin kadar salat ve selam et. Bu salat ve selam hürmetine bizleri ve bütün müslüman kardeşlerimizi bağışla.

Amin.

Nasıl buldunuz? Değerlendirmenizi bekliyoruz.
Değerlendirme için yıldızların üstüne tıklayabilirsiniz.
(2 oy, 4,00/ 5)
Loading...
Kötü Olmuş Eh İşte Ne İyi Ne Kötü Güzel Olmuş Çok Faydalı Buldum

Konuyla alakalı yazılar

Blogumuzdan Haberdar Olun

Lütfen bekleyiniz...
Yeni yazılarımız yayınlandığında bildirimler almak için e-posta adresinizi girin.

Bize Kuran Yeter!” üzerine 2 yorum yapıldı.

İslam Bilinci

Resimdeki hadisin metni;

مَنْ أَطَاعَنِى فَقَدْ أَطَاعَ اللَّهَ وَمَنْ عَصَانِى فَقَدْ عَصَى اللَّهَ وَمَنْ أَطَاعَ أَمِيرِى فَقَدْ أَطَاعَنِى وَمَنْ عَصَى أَمِيرِى فَقَدْ عَصَانِى » .

Fikirleriniz Bizim İçin Önemlidir