Gözünü aç ve etrafına bak

Bu kadar girift, karmaşık, mühendislik ve sanat harikası bir kainat, nasıl oluyor da bu kadar zamandır varlığını devam ettiriyor. Hep temiz kalıyor, her canlının ihtiyacı görülüyor, hep yenileniyor.

Etrafımıza baktığımızda kainatta belli bir düzen olduğunu fark ederiz. Her şey birbiriyle alakalı ve birbirini tamamlayıcı niteliktedir. Bir fabrika gibidir, her detay düşünülmüş, sanki bir plan dahilinde bir üretim yapılıyor gibi…

Örneğin biz nefes alırken karbondioksit verip oksijen alıyoruz, ağaçlar ise bizi tamamlarcasına bizim (ve diğer canlıların) ihtiyacı olan oksijeni verip karbondioksit alıyorlar. Tüm canlıların ihtiyaçları için ısı ve ışık kaynağı olarak bir güneş var. Dinlenme ve uyku için bu ışık kaynağının uzaklaşması gerektiğinden üzerinde yaşadığımız dünya devamlı dönerek gerekli olan durum sağlanıyor. Devamlı dönen bir kara parçasının üzerinde hiç birşey duramayacağından, üzerinde bulunanların yapıştırılması gerekir :). Ayrıca bu yapışanların hareket de edebilmesi gerekir. Buna en uygun mekanizma olan yer çekim kanunu var. Ayrıca kullandığımız havanın uçmaması veya uzaydaki boşlukta kaybolmaması için atmosfer tabakası var.

Aynı şekilde tüm canlıların hayatını devam ettirebilmeleri için su gerekli ve gökte bulutlar bir araya gelerek, tuzsuz ve temiz su oluşuyor. Toprakta bizim ve diğer canlıların barınakları için gerekli maddeler (metal, plastik, cam ve diğer maddeler) var. Hayvanlarda faydalanabileceğimiz, yük taşıma, giysi ve besin ihtiyacını karşılamak gibi özellikler var. Hatta onlara bakma, besleme ve gezdirme gibi zevk aldığımız yönleri var. Tüm canlıların kendi ihtiyaçlarına göre beslenmeleri için gerekli ve yeterli gıdalar var. Yine tüm canlılarda yaşamalarını devam ettirebilecekleri sistemler ve mekanizmalar var (devenin çöl sıcaklarına dayanıklı yapısı ve susuzluğa uzun süre dayanabilmesi, kutuplardaki canlıların soğuğa dayanıklı olması gibi).

Örneğin bizlerde görmemizi sağlayacak iki göz var, duymamızı sağlayacak iki kulak var, dişlerimiz bir ön öğütme mekanizması gibi çalışıyor, dilimiz bütün tatları denetler bir yapıda, burnumuz etrafımızda var olan kokuları algılar bir yapıda… Tatlar, lezzetler var ve onu algılayacak bir mekanizma olarak dil var; kokular var onu algılamak için burun var; renkler ve şekiller var bunları ayırt edecek gözler var. Ellerimiz ve ayaklarımız çalışma mekanizmalarına uygun olarak eklemler içeriyor, bu eklemlerle gerekli hareketler ve dönme sağlanıyor. Bu ve buna benzer daha bir çok örnek verilebilir.

Burada anlatılmak istenilen; bizim ve etrafımızdaki canlı cansız tüm varlıkların iç içe, birbirine bağımlı olarak var olduğu ve bu kadar çok çeşitli canlı cansız varlıkların büyük bir uyum içinde, ve tüm ihtiyaçları karşılanarak varlıklarını devam ettirdiğidir. Bunu hiçbir akıl sahibi inkar edemez. Bu sistemden bir tanesini çıkarırsanız sistemin bozulmaya doğru gideceğini tahmin edersiniz… Örneğin ağaçların olmadığını düşünmek, sistemi kökten çökertir (oksijen yok, yaşam yok 🙂 . Veya en iğrenç hayvan olarak görülen (öyle değiller ama genel kanı olduğu için örnek verelim) fare veya solucanlar bile olmadığında içinden çıkılamaz sorunlarla karşılaşılıyor (farelerden kurtulalım derken tarlalarda kurbağaların artması, solucanların topraktaki bazı işlevlerinin kaybolması gibi). Her biri bir işleve ve göreve sahip ve her biri bu işlevini görevini tam olarak yapıyor. Ağaçlar meyvelerini veriyor, oksijenlerini üretiyor, hayvanlar yaşamlarını devam ettiriyor (birbirlerini yiyorlar fakat yine de eksilme olmadan fazlaya kaçamadan yaşamları devam ediyor), dünya dönmesi gerektiği gibi dönüyor, güneş ışığını ve ısısını üretiyor. Bütün hepsi yapmaları gerekeni tam olarak, iktisatlı bir şekilde, fazlaya veya eksiğe kaçmadan yapıyor.

Bu kadar girift (birbirine geçmiş, iç içe olan) karmaşık ve mühendislik ve sanat harikası bir sistem, dünya ve kainat nasıl oluyor da bu kadar zamandır varlığını devam ettiriyor. Hep temiz kalıyor, her canlının ihtiyacı görülüyor, hep yenileniyor. Her şey tam bir görev bilinciyle çalışıp yapması gerekeni tam olarak yapıyor. Bunları yöneten kontrol eden, devamlılığını sağlayan kimse yok mu?


Bir telefon örneğiyle konumuza devam edelim.

Herkesin elinde, cebinde bir telefon hemen hemen var. Hem de en akıllısından (!) Bu telefonun nasıl üretildiğini hiç düşündünüz mü? Telefonu üretirken kimler çalıştı, nasıl çalıştı hangi bilgileri kullandı aklınıza gelmiş midir acaba? Biz biraz kafa yoralım…

Telefonu üretmek için öncelikle, iletişim mekanizmasını (sesin iletilmesi, doğru telefon numarasına ulaşmasını sağlama gibi mekanizmaları) bilmek gerekir, ona fotoğraf çekme özelliği koymak istiyorsanız, kameralardan ve fotoğraf çekme işinden anlamanız gerekir, ona titreşim koymak istiyorsanız mekanikten anlamanız gerekir, telefonu hangi maddeden üretecekseniz o maddenin nasıl üretileceğini ve nereden elde edeceğinizi bilmeniz gerekir, telefona renkli ekran koymak için renklerden ve renk uyumundan ve cam üretiminden anlamanız gerekir, telefonun rahat kullanılabilmesi için şeklinin uygun olması gerekir bunu yapabilmek için resimden, sanattan ve ergonomiden anlamanız gerekir, içine yazılım ekleyecekseniz kodlardan anlamanız gerekir, ha bir de unutmadan söyleyelim bunun çalışması için elektrik gerekir, kablolardan kurtulmak için elektriğin depolanması gerekir, elektriği, elektroniği ve şarj tekniklerini bilmeniz gerekir.

Bir telefonu üretmek için bu kadar bilgiye sahip kişilerin biraraya gelip organize olarak çalışmaları lazımdır. Bir fabrikada herkesin ne görev yapacağının belirlendiği ve telefonun en küçük parçasına kadar tasarımlandığı, planının yapıldığı hangi maddeden üretileceği, o maddelerin nereden ve nasıl temin edileceği, kim tarafından ve kaç adet üretileceği gibi detayları olan bir sistem gereklidir. Bu sistemi yönlendirecek ve idare edecek bir yönetim/yönetici gereklidir. Ve bu yöneticinin bu fabrikayı devamlı yürütebilmesi için yani işler halde tutabilmesi için, tüm aşamalardan haberdar olması, ekonomiden, koddan, elektrikten ve diğer konulardan az da olsa anlaması gereklidir (yani oluşturulan organize sistemi bilmesi gereklidir). Yoksa herkes başıboş bırakılsa, her isteyen üretimi istediği gibi yaparsa, veya üretilen parçanın özelliklerinin doğru olup olmadığını kontrol edecek bilgiye veya kontrol mekanizmasına sahip değilse o fabrikada üretim yapılamaz. Bir kontrol ve idare mekanizmasına sahip olması gerekir.

Bir telefonun üretilmesi için bu kadar bilgi, beceri, teknoloji ve kontrol gücüne sahip olmak gerekirken, ondan daha büyük, daha karmaşık ve daha teknolojik özelliklere sahip kainatın, bizlerin ve diğer canlıların yaratılabilmesi için nasıl bir bilgi ve beceriye, teknolojiye sahip olmak gerekir? İnsanlar olarak biz şuandaki teknolojik bilgimizle bir kanadının hareketini bile kopyalayamadığımız sineği yaratmak nasıl bir güce, teknolojiye ve bilgiye sahip olmayı gerektirir acaba, ya ondan daha büyük insanı yaratmak?

Yoksa bir veya birkaç madde zamanla ve basınç-sıcaklık etkisiyle biraraya gelip öyle mi oluştu bu kainat ve mühendislik harikası olan sinek? Ya biz?

Telefon fabrikasındaki biri gelip size biz plastik, metal ve camı biraraya koyuyoruz, sıcaklık ve basıncı öyle ayarlıyoruz ki bu telefon oluşuyor dese ne dersiniz? (Git adam başımdan, dalga mı geçiyorsun! deriz en hafifinden) Veya biz hiç üzerinde düşünmedik, bu mühendislik ve tasarım harikası aleti hiç akıl sahibi biri üretmedi. Herşey öyle bir şekilde bir araya geldi ki, ancak telefon oluşabilirdi o durumda ve telefon da oluştu zaten dese tepkiniz ne olur? (Şahsen benimle dalga geçtiğini aklımla, bilimle alay ettiğini düşünürdüm)

Telefonu bir kenara bırakıp yukarıda bir kısmından bahsettiğimiz denge ve uyuma sahip bu kainatı ve canlı cansız tüm varlıkları yaratabilmek için hangi özelliklere sahip olunması gerekir onun üzerinde düşünelim;

  • Öncelikle akıl olması gerekir. Akıl gerekir ki mühendislik, sanat yapabilsin, detaylar üzerinde düşünebilsin. Ama öyle bir akıl ki bizdeki gibi değil, yarım yamalak arada uçup giden, üç tane olay bir anda olduğunda dağılan değil kainattaki herşeyi, uzaydaki, yerdeki, yerin dibindeki herşeyi bilen ve anlayan ve tümünü bir arada kontrol edebilecek bir akıl gereklidir.
  • Canlı cansız varlıklardaki tüm mekanizmaların ve özelliklerin bilgisine sahip olması gerekir. Yani her şeyi bilmesi gerekir.
  • Yorumlama, tasarımlama, şekil verme, hiç örnek olmadan yeni mekanizmalar oluşturabilme yeteneklerinin bulunması gerekir.
  • Görme özelliğinin olması gerekir ve öyle bir görme ki, en küçüğünden (mikro, nano, piko artık daha küçük ne varsa) en büyüğüne kadar (ışık yılı, kiloparsek vb. galaksilerin büyüklüğüne kadar), gizli açık herşeyi görebilmesi gerekir.
  • Duyma özelliğinin olması gerekir ve öyle bir duyma ki, içimizden geçenler dahil en kısık olandan, en yüksek olana kadar herşeyi duyabilmesi gerekir.
  • Canlı varlıkların hangi şekilde besleneceğini ve neleri yiyip içeceklerini bilmesi ve ona göre yiyecek, içecek, barınma ihtiyaçlarını karşılaması, karşılayabilmesi gerekir.
  • Hepsinin dilinden anlaması gerekir.
  • Matematik, fizik, kimya, biyoloji gibi bilimlerin bilgisine sahip olması gerekir ki, kaç tane oldukları, şekillerinin ölçümleri, hangi fizik kanunlarına uymaları gerektiği, vücutlarındaki veya yapılarındaki kimyasal denklemleri, işlemleri, biyolojik olayları gibi bizim şuanda bilimsel olarak belirlediğimiz konuları ve henüz bilemediğimiz konuları bilmesi gerekir.
  • Sosyoloji, psikoloji gibi bilimleri de bilmek gerekir ki hangi canlı hangisiyle nasıl iletişim kurar nasıl yaşar, düzen nasıl sağlanır bunları bilebilsin.
  • Farmakoloji ve tıp bilgilerine de sahip olmak gerekir ki ne gibi sorunlar olacak, nasıl iyileştirilecek, hangi ilaçlar kullanılacak bunları da belirlemesi, bilmesi gerekir.
  • Hiç uyuklamaması, uyumaması gerekir, enerjisinin bitmemesi gerekir, yorulmaması gerekir. Çünkü uyuduğu zaman sistemden habersiz olur, kontrol edemez. Böyle karmaşık, büyük ve iç içe geçmiş bir düzenin bir an bile kontrol edilememesi düzensizliklere ve sonunda yok olmasına neden olur.
  • Ayrıca canlı cansız bütün varlıklara sahip olması lazım ki her türlü tasarrufta bulunabilsin. Başkasının malına hangi hakla ve nasıl müdahale edebilir? Onun olması lazımdır ki her türlü tasarrufta bulunabilsin. Ve zengin olması lazım ki bunların hepsini yapacak altyapıya ve kaynağa sahip olabilsin.

daha çok özelliklere sahip olması gerekir fakat buna ne bu yazı yeter ne de ömrümüz yeter, o nedenle bu kadarla yetinelim.

Özetle; etrafımızda ve vücudumuzda büyük ve karmaşık bir sistem var ve binlerce yıldır düzenli olarak devam ediyor. Herşey yerli yerince yapılmış ve görevini eksiksiz olarak gerçekleştiriyor. Çağımızdaki teknolojik gelişmelere bakınca böyle bir düzeni bizler de hayatımızdaki cihazlarla kuruyoruz. Bunları yaparken mühendislik ve sanat gibi aklın ve yorumun, tasarımın, planlamanın yer aldığı bir dizi teknikler kullanarak yapıyoruz. Hiçbir zaman işimizi rastgeleliğe bırakmıyoruz. Bilimin ve tecrübenin gerektirdiği her adımı dikkatlice atarak düzenin devamlılığını sağlıyoruz.

Sadece akılla, objektif olarak gözlemlediğimizde bu kainatın bir mühendisinin, sanatçısının olması gerektiği konusunda bir sonuca varmamak mümkün değil (Nasıl mühendislik yapılmamıştır denebilir ki, mesela elimizdeki eklemlerin, kasların çalışma mekanizması için; veya yüzümüzün, gözümüzün hiç sanatsal bir yönü yok denebilir mi? Hiç mantıklı ve akıllıca değil).

Bizler böyle teknikler, yöntemler kullanırken etrafımızdaki ve vücudumuzdaki sistemleri yaratanın da bizim gibi özelliklere benzer fakat daha kapsamlı, daha güçlü ve olağandışı özelliklere sahip olması gerektiği sonucuna varmaya çalıştık. Bu anlattığımız yaratıcının özelliklerine bakınca insanın aklına şöyle sorular geliyor: Böyle özelliklere sahip biri gerçekten var mı? Gerçekten varsa neden bizim gibi anlayan kavrayan yorumlayabilen akıl sahipleriyle iletişime geçmiyor?

Bu büyük sanatkar ve mühendis sanki bizim anlayacağımız şekilde kainatı var etmiş. Akılla bulabileceğimiz yöntemler koymuş içlerine mesela. Fizik kurallarını, kimyasal olayları, biyolojik olayları hep bir kanun ve kural çerçevesinde ve sanki bizim gibi akıl sahibi birisinin uğraşıp bulabilmesini istercesine tüm sistemlere yerleştirmiş. Bir bulmaca gibi… Soruları canlı cansız bütün varlıklara yerleştirip kafayı çalıştırarak bulmamızı istemiş gibi. (Akıl var ve onu kullanmayı sağlayacak bulmaca gibi kurallar var. Bu da tam olarak birbirine uyumlu! Yoksa akıl olması neye yarardı, onu kullanmadıktan sonra!)

Zaten tüm canlılara baktığımızda insan dışındaki tüm canlıların yaşamaları için gerekli özellikler hazır olarak verilmiş. Sadece insanda hazır olarak yok, ona da akıl verilmiş ve o da akılla tüm ihtiyaçlarını görüyor zaten… (Bu konuyla ilgili detayları içeren yazımızı ileride inşallah oluşturmayı planlıyorum)

İşte tam da bizim anlayacağımız şekilde kainatı var eden akıl sahibi yaratıcı, sanki herşeyi biz insanlar için yapmış, madem bu kadar uğraşmış yapmış etmiş neden bize anlatmıyor? Bizimle iletişime geçseydi, anlatsaydı ne yaptığını biz de bilseydik daha iyi olmaz mıydı? Hem aklımızın bir de böyle bir işlevi var. Neden, niçin ve nasıl soruları, yorumlama, yargıya varma; duygular ve kalp yardımıyla sevme veya sevmeme gibi işlevleri…

Aradığımız bütün bu soruları şaşırtıcı bir şekilde tam olarak cevaplayan bir kitap var ortada: Kuran!

Kuran, bu kainatın herşeyi yerli yerince ve hikmetle yapan Bir yaratıcısının olduğunu, kainatın belli bir düzende ve denge içinde yaratıldığını ve yaratıcının Allah olduğunu, O’nun herşeyi gören, duyan olduğunu, ilminin herşeyi kuşattığını, bizleri örneksiz bir şekilde ve eşsiz benzersiz olarak yarattığını, farklı renklerde ve dillerde yarattığını, güneşi ve ayı yaratıp hizmetimize verdiğini, gökten su indirdiğini bununla bizlerin ve diğer canlıların yaşamlarını devam ettirdiğini, bitkileri büyütüp bununla gıdalarımızı temin ettiğini, hayvanların etinden sütünden faydalandırdığını, onlardan giysi ürettiğimizi, onları yük taşımada kullandığımızı ve onlarda bizim için daha başka faydalar (onları besleyen ve gezdiren insanların aldıkları zevk) olduğunu söyler.

Allah’ın öncesi ve sonu olmayan olduğunu, O’nun doğurmamış ve doğurulmamış olduğunu, O’na ne bir uyku ne de bir uyuklama geldiğini, herşeyin tek sahibi olduğunu ve herşeyin kaynağının O’nda olduğunu söyler.

Ve Kuran akıl sahiplerine hitap eder, okumalarını ve kainat hakkında ve yaratılışları hakkında düşünmelerini ister. Bu kitap 1400 yıla yakın bir süredir var ve hiçbir değişikliğe uğramadan hala ilk günkü gibi ortadadır. O kadar süre öncesinden gönderilen kitap, günümüzde daha yeni yeni aydınlatılan olaylara o zamandan ışık tutmaktadır. (Bununla ilgili detaylı bir yazımızı da inşallah yazacağız). Bu da kitabı gönderenin, bu sistemleri yapanla aynı güç olduğunu apaçık ortaya koyar.

İşte böylelikle biz Allah’ın varlığına ve birliğine ve Hakk olduğuna inanırız (iman ederiz).

Önce aklımızı kullanarak etrafımızı ve kendimizi gözden geçiririz. Ve bilimle, bilgiyle örülü büyük bir düzeni farkederiz. Daha sonra Allah’ın bize peygamberi (Muhammed aleyhisselam) aracılığıyla gönderdiği kitaba, Kuran’a bakarak bu etrafımızda gördüğümüz düzeni, bizleri, yaşantılarımızı, geçmişi, geleceği ve herşeyi anlattığını görürüz.

Sonra dilimizle ikrar ederiz; ben şahidim Allah’tan başka ilah yoktur. Çünkü bu gördüğüm düzeni, kainatı ve beni yaratanın özelliklerini aklımla, bilimle bildim ve gönderdiği kitabında bu özellikleri gördüm. Biliyorum ki bu kadar büyük bir sistemin var olması için belli özellikler olması gerekir ve gördüm ki bu özelliklerin birebir hepsi gönderdiği kitabında var. Bu kitabı gönderenin ve bu kainatı yaratanın aynı güç yani tek ve bir olan Allah olduğuna şahidim.

Tek ve bir olması lazım bu kadar büyük bir güce sahip olanın. Eğer birden fazla olsaydı, güç savaşı ortaya çıkardı ve bu da yok olmayı getirirdi. Yani her güç sahibi ötekine galip gelmeye çalışırdı. Yok eğer birbirleriyle uyum içinde çalışacaklardı iseler neden iki veya daha fazla olsunlar? İki tane aynı işlevi yapan veya beraber işleri yürüten? akla uygun değil. Zaten insanoğlu da bunun farkındadır ki; fabrikalarda en son sözü tek bir kişi söyler, müdür! Devletlerde son sözü söyleyen veya onaylayan tek bir başkan vardır. En küçük organizasyon, kulüp, topluluk artık adına ne derseniz onlarda bile bir başkan vardır. İki tane aynı yetkiye sahip başkan yoktur hiçbir yerde. Çünkü bu durumun dengesizliğe ve düzensizliğe neden olduğunu tecrübe eder insanoğlu. E bu kadar büyük bir organizasyon olan kainatın nasıl olur da iki veya daha fazla sahibi, yöneticisi olur? Olmaz tabi. İşte bu da Allah’ın tek ve bir olduğunu ortaya koyar.

Ve ben bize bu kitabı ileten Muhammed aleyhisselamın da O’nun kulu ve elçisi olduğuna şahidim. Şahidim, çünkü kainatın Sahibi ve Yaratıcısı olan Allah Ona kitabı iletmiştir. Allah içimizden bizim gibi bir insanı seçerek göndermiştir kitabı ve mesajlarını. O da kitabı bize aktarırken O’nun elçisi olduğunu söyleyerek, ve tanrılık iddia etmeden kendisinin bir beşer olduğunu ve kitabı O’ndan vahiy yoluyla aldığını söyleyerek iletmiştir. Zaten Kuran’da bizzat isim verilerek Muhammed Allah’ın elçisidir diye açıkça belirtilir. Hak ve hakikat olan kitaptan ve mübarek kutlu elçinin hayatından elimizde olan bilgilerle şahitlik ediyorum ki Hazreti Muhammed sallallahu aleyhi vesellem Allah’ın kulu ve Resulüdür.

Sonuç olarak; kainata ve kendimize bakarak kitabın hak olduğuna ve vahyin gerçek, hakikat olduğunu gördük. Böylelikle kitabı gönderene, kitaba ve gönderilene yani Allah’a, Kuran’a ve Peygambere iman ettik. (Diğer iman esasları başka yazılarımızda inşallah)

Şehadet ederim ki Allah’tan başka ilah yoktur ve yine şehadet ederim ki Muhammed O’nun kulu ve Resulüdür (elçisidir).

Nasıl buldunuz? Değerlendirmenizi bekliyoruz.
Değerlendirme için yıldızların üstüne tıklayabilirsiniz.
(2 oy, 5,00/ 5)
Loading...
Kötü Olmuş Eh İşte Ne İyi Ne Kötü Güzel Olmuş Çok Faydalı Buldum

Blogumuzdan Haberdar Olun

Lütfen bekleyiniz...
Yeni yazılarımız yayınlandığında bildirimler almak için e-posta adresinizi girin.

Gözünü aç ve etrafına bak” üzerine bir yorum yapıldı

Fikirleriniz Bizim İçin Önemlidir