Ülkemizdeki yangın felaketleri vicdanı olan herkesi etkiledi haliyle… Fiziksel yardım edebilenler yardıma koştular, bunun yanında oraya gidemeyen veya elinden birşey gelmeyen kişiler ise o derde ortak olmak ve bir nebze olsun fayda sağlamak için dua ettiler.
Rabbimizin bizlerdeki acziyeti bir kez daha bizlere hatırlattığı o zamanlarda, tek ve makul yolun dua olduğu, elden artık birşey gelmediği Allah yağmur göndermezse bu iş bitmez denilen yerde, aklı başında olanlar tek çıkış yolunu seçtiler: Rablerine dua ve niyazda bulunmak… Ve sonuç: yazın ortasında, nem oranının çok düşük olduğu bir zamanda gök kapıları rahmet için açıldı. Kullarını darda bırakmayan, kendisinden isteyeni geri çevirmeyen Allah-u Teala o dualara cevabı çabuk vermişti.
Televizyonda insanların yağmura böyle sevindiklerini ilk defa görüyordum. Yağmurun nasıl bir rahmet olduğu hepimizin aklına gelmişti. Tekrar hatırlatılmıştı sanki. İnsanlar göğe doğru ellerini kaldırıp küçük bir çocuk gibi seviniyordu. Allah’a hamd eden ifadelerle, sanki ilk defa Allah-u Teala yağmur gönderiyormuş gibi bunu dilleriyle ikrar ederek, Allah bize yağmuru gönderdi diye sevinçlerini belirtiyorlardı.
Bazı video kanallarında ve tvlerde insanların yağmur duası görüntüleri ve halk arasında bir yağmur yağsa da bir an önce bitse bu bela diye düşüncelerin olması, yağmur için dua edenlerin çokluğu gösteriyordu. Allah’a şükür biz de dua ettik.
Benim dikkatimi çeken ise, yağmur yağdığını duyduktan sonra nefsimin yaptıkları… Ve tabi bazı insanlarda da gözlemlediğim ifadeler ve tavırlar…
Duası kabul olan tek kişi ben vardım sanki dünyada. Ben o duayı ettim diye yağmur yağdı düşüncesi… Çünkü o yağmur mucize gibi birşeydi. O rahmetin özel olarak gönderildiği belliydi sanki. E zaten benim nefsimde dünyadaki en değerli varlık olduğu için o elini kaldırdı diye Allah kabul etmiş gibi bir benlik, ego, kibir, kendini beğenme artık adına ne derseniz öyle bir tavır.
Baktım başkaları da benzer tavırlarda, herkes benim gibi kendisini merkeze koyarak o duanın kendisi yaptığı için kabul olduğunu düşünüyor ve bunu dillendiriyor. Bunu özel bir vakite bağlayanlar veya özel mekanlara bağlayanlar, işte şu vakitte dua ettik de ondan oldu gibi ifadeler…
Rahatsız oldum, nefisle mücadele konusunda bir alanın daha açık olduğunu görmek rahatsızlık verici geldi. Hem de hiç ummadığımız yerden.. yani dua ettiğimizi, ibadet ettiğimizi düşündüğümüz durumda benlik ve kendini beğenme/üstün görme duygusunun işin içinde olduğu bir yerde…
Dua çok önemli bir ibadettir, Allah ile kulu arasındaki özel görüşmedir. Bu özel görüşme de elbetteki muhatap kabul edilip görüşmeye çağrılmış olmak bile başlı başına çok büyük bir şereftir. Yani insanın kendini beğenmesi açısından makul bir durumdur. Hele bir de o görüşme sonucunda talepleri red edilmediyse, evet işte tam da varlığının değerinin katlandığı o andır.
Fakat burada dikkatli olmak gereklidir. Çünkü kimden istediğine kimden talep ettiğine dikkat edilmezse, imanı kaybedecek durumlara dahi düşülebilir Allah korusun. Eğer talep ederken veya isterken Rabbulalemin’den istediğinin farkında olmazsa insan, o zaman sanki haşa her istediğini yapan hizmetçi gibi görür ki bu da imanın kaybedilmesiyle sonuçlanabilir. Ve bir efendinin hizmetçisine övündüğü gibi o isteği yerine gelince kendini dünyanın en önemli kişisi sanıp her istediğinin yerine getirileceğini sanarak kendini uçuruma doğru sürükler.
Halbuki aciz, fakir ve hiçbir şeyi olmayan birinin mülk sahibi, güçlü kudretli efendisinden istediği gibi, istemiş olsa ve isteği talebi yerine getirilmiş olsa, o çok sevinen fakir gibi verilenden dolayı sevinçten havalara uçacak ve sahibine büyük bir minnettarlık ve saygı besleyecektir. Kendinde övünme, kendini beğenme gibi tavırlar olmayacaktır. Çünkü o fakir ve acizdir, hiçbir şeyi yoktu ki. mülk sahibi ona isteğini lütfuyla verdi. Vermeseydi eğer, elbette o daha iyisini bilirdi, fakat keremiyle ikram etti bu istediğini… O zaman o fakir ve acize düşen nedir? Onun talebini yapana devamlı teşekkür etmek, onun emrinin dışına çıkmamak…
Rabbimiz mutlaka bir hikmete binaen bu olayları ve bu ikramları bizlere gönderdi. Kimin duasıydı, neredeydi ne zamandı bilinmez. Belki gerçekten bir kişinin duasıydı, belki hepimizin. Ancak belki de kalplerimizin bir arada çarpması aynı dertle dertlenmemizi istedi? Belki de müminler bir bedenin organları gibidir, bir tarafı hastalansa diğer organlar da bu hastalığın acısını çekerler hadisini uygulayıp uygulamadığımızı bizlere göstermek istedi. Belki de hep beraber dua edersek kabul edeceğine dair ezelde yazılmış bir kuralı vardı.
Nasıl olduğu değil de, ne güzel de verdi deyip O’na daha çok bağlanmamızı sağladıysa, işte o zaman kazançlı çıkan hepimiz oluruz. Evet eğer seni Allah’a daha çok bağlayacaksa, öyle düşün, sen dua ettin diye kabul oldu diye düşün. Kendini değerli ve önemli hissetmen önemlidir. Sözü dinlenilir olmak elbetteki psikolojik ve sosyal açıdan bizi olumlu etkiler ancak şunu da unutmayalım ki, Allah-u Teala Rabbulalemin’dir. Yani herkesin her varlığın Rabbidir. İyisine de kötüsüne de verir, kalitelisinin de kalitesizinin de taleplerini kabul eder. Burda asıl mesele O’na ne kadar bağlı olduğun ve minnettarlığını ne kadar gösterdiğindir.
O verdiyse rahmetinden ve lütfundan vermiştir. Sebepler çeşitli olabilir, ancak sebebe gerek yok, bu Rabbimizin fazlındandır, biz şükür mü edeceğiz yoksa nankörlük mü edeceğiz diye bizleri sınamasıdır.
Mesela duanın kabul edildiğini hemen görünce secde ettin mi? Şükür namazı kıldın mı? O’nu hamd ile tesbih ettin mi? Bir fakir ve aciz gibi mi davrandın? Yoksa övgüleri nefsin mi aldı? Kendisini efendi sanarak…? Kendi nefsinin üstünlüğünü düşünerek mi geçirdin? Oysaki ne diyoruz hergün günde beş vakitte: Elhamdulillahi Rabbilalemin! : Bütün övgüler sadece alemlerin Rabbinindir.