Bir araca binip 80 km yol gideceğinizi düşünün… Biraz zaman alır.
O kadar yolu yürüdüğünüzü düşünün… Biraz zaman alır ifadesi yerini “çok uzun mesafe” ifadesine bırakır. Konuşan için kolaydır da, yola çıkan için gerçekten uzun gelir.
Peki ya 100 km? Ya 1000? Ne kadar da uzun değil mi?
Bize bu kadar uzun görünen mesafeleri dünyanın çevresinin uzunluğuyla (yaklaşık 40.000 km) kıyasladığımızda ..?
Peki ya dünyanın güneşle arasındaki mesafaye (yaklaşık 150.000.000 km) kıyasladığımızda ..?
Bize o kadar büyük gelen 80 km veya 1000 km nasıl da küçüldü değil mi?
Kıyaslamayı Samanyolu galaksisin uzunluğuna göre yaparsak (1,000,000,000,000,000,000 km – okuyamadım 🙂 kuintilyon diye okunuyormuş) o ilk başta bize çok uzun gelen mesafe zerre boyutuna gelir.
Bunu bildiğimiz en büyük mesafe – yani evrenin şimdiki bildiğimiz genişliği (14 milyar ışık yılı) ile kıyaslamaya devam edersek o zerre kaybolur, yok mesafesine gelir. Şunu bir izleyelim;
İnsana takdir edilen ömür ortalama olarak 80-100 yıldır. Uzun yaşayan insanlardan biri olan Hazreti Nuh aleyhisselam bile 950 yıl yaşamıştır. Fakat insana vaadedilen ahiret hayatı ise sonsuzdur (Bkz. Ra’d 26, Ali İmran 198, A’la 17, Duha 4).
Bu dünya hayatının çekiciliğine, süsüne kapılıp herşeyi buradan ibaret görenlere şu ayet uyarıda bulunmaktadır:
Ve buna benzer üç ayet daha dünya hayatının geçiciliğini bizlere anlatır (Bkz. Ankebut 64, Muhammed 36, Hadid 20).
Bizler ise hayatın doğal akışı sırasında çoğu zaman bu geçiciliğin kalıcı olduğunu düşünürüz. Tıpkı yola yürüyerek çıkan birinin aldığı yolun bir türlü bitmeyeceğini düşünmesi gibi… Herşeyin buradan ibaret olduğunu, bir daha ölmeyeceğimizi, yaşantımızın sona ermeyeceğini düşünerek bu dünyada herşeyin güzel, sorunsuz, cennet hayatı gibi sıkıntısız geçmesini arzularız ve hatta kimi zaman neden bu dünyada sıkıntı ve zorluk çekiyoruz diye imanımızı zora sokacak raddede fikirlere kapılabiliyoruz.
Bu hayat yolculuğunda ortalama 80-100 yıllık bir ömür biçilmişse hadi diyelim Hazreti Nuh aleyhisselamdan fazla ömür verilsin insana, 1000 yıllık bir zamanı olsa; araçla veya yürüyerek 1000 km’lik yola çıkan biri olarak yolun içindeyken o yolun asla bitmeyecek kadar uzun olduğunu düşündüğümüz gibi; yüz yıl veya bin yıl yaşayacağımız ömrün de bitmeyeceğini düşünürüz.
Oysa ki, alacağımız yolun binden fazla (sonsuz) olduğunu bildiğimizde, o kadar bitmez görünen mesafenin, gidilecek yolun yanında küçülerek yok hükmüne düştüğünü görürüz. Ve bu durum, bize o kadar uzun gelen ve bitmeyecekmiş gibi görünen dünya hayatının, sonsuz olan ahiret hayatı yanında nasıl da anlamsız derecede az olduğuna somut örnektir.
Bilmediğimiz şeyleri bildiğimiz şeylere örnekleme/benzetme yaparak daha iyi algılarız.
Ahiret hayatının önemli olup dünya hayatının azıcık bir geçimlik olduğunu söyleyen ayetleri okuduğumuzda ahiretin sonsuzluğunu gözümüzle görmediğimiz için kafamızda çok oturmayabiliyor. Ancak bunu müşahede ettiğimiz dünyadaki mesafe örneğine benzetince gördüğümüz gibi bize çok uzun gibi görünen bin kilometre bile kainatın genişliğiyle (ki bu daha şimdilik bilinen genişliğidir evren devamlı genişliyor, onunla) kıyaslandığında yok denecek kadar azalır. Benzer şekilde zaman olarak yüz yıl gibi bir sürenin de ebedi hayat ile kıyaslandığında çok çok az (hatta bir hiç) olduğunu görürüz.
İşte böylece anlarız ki; Allah’ın bize ayetleriyle söylediği dünya hayatı azıcık bir faydalanmadır, ahiret ise daha hayırlı ve bakidir sözleri ne kadar da azim ne kadar da Hak, ne kadar da doğrudur.
(Uzay gibi bir sonsuzluğun yaratılmasının hikmetlerinden biri de ona bakarak ahiret hayatının sonsuzluğunu tasavvur etmek olsa gerek, bu da başka bir azamet göstergesidir.)
Sözümü yine bu durumu en iyi biçimde ifadelendiren sözlerin en güzeli ve en şereflisi ile sonlandırıyorum:
“İnsan ömrü mü kainatın uzunluğu mu?” üzerine 2 yorum yapıldı.
Sözlükte “korumak, korunmak, sakınmak, saygı göstermek, dindar olmak, itaat etmek, korkmak, çekinmek” anlamlarındaki vikāye masdarından türeyen takvâ kelimesini Seyyid Şerîf el-Cürcânî, “Allah’a itaat ederek azabından sakınmaktır, bu da ceza almayı haklı kılan davranışlardan nefsi korumak suretiyle gerçekleşir” şeklinde tarif eder. Takvâ ve kökün ittikā, takī, etkā, müttakī gibi diğer türevleri ve fiil şekilleri Kur’ân-ı Kerîm’de 285 yerde geçmektedir. Kur’an’da ve hadislerde takvâ bazan sözlük anlamında, bazan da “Allah’ın emirlerine uyup yasaklarından kaçınarak azabından korunma” anlamında kullanılır.
Devamı için »
يَا مُحَمَّدُ، عِشْ مَا شِئْتَ فَإِنَّكَ مَيِّتٌ، وَأَحْبِبْ مَنْ أَحْبَبْتَ فَإِنَّكَ مَفَارِقُهُ، وَاعْمَلْ مَا شِئْتَ فَإِنَّكَ مَجْزِيٌّ بِهِ