Mülkün yegane Sahibi ve mülkünde dilediği gibi tasarrufta bulunan, yerler ve gökler kudret elinde olan Allah’ın adıyla,
Bu isimleri anarak başlamamın sebebi, O’nun herşeyi kontrol altında tuttuğunu ve bilip bilmediğimiz ne varsa herşeyin O’na ait olduğunu vurgulamak içindir. O’nun izni olmadan bir yaprak bile kıpırdayamazken, görüp bildiğimiz bütün olayların da O’nun emri, idaresi ve kontrolü altında olduğunu zihinlerimizde netleştirmek içindir.
Biz bu imtihan için gönderilmiş olduğumuz dünya içinde yaşarken, kontrolümüze verilmiş olan işler nedeniyle, yaşantının kendi kendine aktığını ve yetki ve kontrol sahibinin bizler olduğumuzu düşünerek iş yapıyoruz. Olayları ve işleri hep Allah’tan bağımsız düşünüyoruz. İmtihan gereği bizlere verdiği idare etme, yönetme yetkisini yanlış anlayıp haliyle yanlış da kullanıyoruz. Haşa O bizleri ve kainatı yaratmış ve bizi içine bırakarak herşeyi bizim yapmamızı sağlamış gibi bir algıyla hareket ediyoruz. Sanki O hiç müdahale etmiyormuş gibi (milyon kere Haşa)… sanki o yapraklar kıpırdarken rüzgar estiği için kendi kendine kıpırdıyor gibi… (nefsinize dikkat edin, bu yaprak kıpırdama meselesinde, şu anda bile hala kendiliğinden olduğunu söyleyecek size). Halbuki O onlara hareket etme emri vermezse, O rüzgarları göndermezse – rüzgarı gönderse bile hala kıpırdamaları için emir vermezse o yaprak kendiliğinden emir dışında hareket edemez.
O onlara ol demezse, kainatta ve kainat dışında ne varsa, O onlara izin vermezse, O’ndan habersiz, O’ndan izinsiz veya O’na rağmen nasıl hareket ederler? Bu tevhide de aykırıdır. Eğer O’nun gücü dışında hareket edebiliyorlarsa, bir başka gücün var olması gerekir ve bu gücün de O’nun gücünden ayrı ve O’nun gücü gibi veya daha fazla olması lazım gelir ki, bu ifadeler şirki tanımlar. Veya O’nun haberi olmadan, O’ndan gizli bir şekilde, ya da O görmeden yapmaları gerekir ki bu da aciziyeti, zayıflığı tanımlar.
Oysaki Allah’tan başka ilah yoktur – Lailahe illallah!
Ve O noksan sıfatlardan münezzehtir – Subhanallah!
O’na ne uyuma gelir ne de uyuklama,
O herşeyden haberdardır – El Habir!
O herşeyi görendir – El Basir!
Ve bütün varlıklar O’nunla kaimdir – El Hayy ve El Kayyum’dur.
İşte tevhide iman edenler için, tevhidin bir sonucu olarak O’nun izni olmadan en basit gördüğümüz yaprağın kıpırdama hareketi bile izin ve kontrol dahilinde, O’nun idaresi altında gerçekleşmektedir. Yani her iş olay durum artık neyse, hepsi O’nun emriyle gerçekleşir. Biz bunu müslüman olarak bunu müşahade edip iman ettik.
Şu günlerde adından çokça söz edilen koronavirüs meselesi de kainattaki herşey gibi O herşeyi bilen, kontrol eden alemlerin Rabbi Allah’ın emri, izni ve bilgisi dahilinde gerçekleşiyor. Olayı düz mantıkla, işte şu şu ülkeler şöyle şöyle zulüm ediyordu, Allah da başlarına bela verdi diyerek dar pencereye sıkıştırmayacağım merak etmeyin. Allah hikmetsiz ve boş yere iş yapmaz, haşa, O noksan sıfatlardan münezzehtir.!
Bu olayın herkesi saran çok kapsamlı yönü olduğu görüşündeyim. Allah bir olayla birçok hikmetli iş yapar, El Hakim ismi gereği olayları tek yönden göndermez. Bir olayın birden fazla yönü ve etkisi vardır. Bizim dar aklımız kendi penceresi kadar görebildiği için, olayları da bu bundan oldu deyip tek veya birkaç yönden ele alır, tabi işin hakikatini de böylelikle bazen kaçırır. İşin hakikatini bilmiyorum ama bu virüs olayının algılayabildiğim kadarını ve bize bakan yönünü anlatmaya çalışacağım. Tabi dediğim gibi olayın burada anlatılanlardan mutlaka daha büyük ve farklı hikmetleri vardır, burdakiler kendi penceremdekiler…
Bu olay, bir fitne olarak kim sağlam, kimin kalbi de hastalıklı onu açığa çıkardı. Tabi, çin yıllardır zulüm ediyordu, Allah onlara bela verdi de diyebiliriz. İran ve diğer ülkeler de aynı şekilde müslümanlara o kadar zulüm ederlerken bu belaya düçar oldular diyebiliriz. Ancak olayı sadece zalimler cezasını görüyor, veya bir mazlumun duası kabul oldu olarak görürsek, üstümüze hiçbir şey almazsak kendimize yazık etmiş oluruz. Bir bulut görünce, Ad kavmine gelen azabı hatırlayıp acaba bize de azap mı geldi diyerek korkup Allah’a yalvaran Allah Resulü sallallahu aleyhi vesellem Efendimizi anlamamış ve Onun yolunda gidiyoruz derken, ellerimiz bomboş kalmış olabiliriz. Bizim zalimlerle işimiz yok, onlar yaptıklarının cezasını her türlü çekeceklerdir, zalimden konuşmak, zalimin zulmünden bahsetmek bizde korku ve ümitsizlik oluşturacaktır biz onları konuşmaktansa kendimize bakıp, düzeltebileceğimiz yeri, yani kendimizi düzeltmeye bakalım.
Yıllardır müslüman oldukları için olmadık işkence çektirildiği söylenen çindeki kardeşlerimiz için, o en hayasız, en ahlaksız ve en kötü muameleleri yapan çine karşı en küçük bir tepkiyi göstermedik. Onların en büyük güçleri olan mal satışını ambargo etmedik mesela. Ama yatağa düşme endişesi yaşadığımız bir hastalık için çinden gelen kargo paketlerine bile uzak durmaya başladık. Tabi haliyle çinden hiç bir şey almamaya başladık, mecburen ambargo yaptık. Fakat öncesinde aklımız ve çevremiz bize fakirlik korkusu pompalayarak ordan mal gelmezse ne yaparız diyordu. Ekonomi biter, dünya biter diyordu. Ordaki kardeşlerimiz mi? Allah yardım etsin onlara, ne yapalım koca çine gücümüz mü yeter diyorduk, ya da rahat dursunlar kurallara uysunlar kimse karışmaz onlara diyorduk ya da söylenenlere inanmıyorduk yok canım olmaz o kadar da zulüm, bunlar abartıyorlar diye içimizden geçiriyorduk. Bu ve benzeri sebeplerden dolayı onlar için kılımızı kıpırdatmıyorduk. Yapabileceğimiz sadece oradan alışveriş yapmamaktı, biraz kendimizi zorlayıp alternatif aramaktı. Ama yapmadık, bu dediğim korkulardan ve düşüncelerden dolayı…
Sonra ne oldu? Allah bir fitneyi açığa çıkardı. Bir hastalık var diye ortalıkta haberler uçuşmaya başladı. Can derdine düşen herkes çinden alışverişi kesti. Kardeşleri için kılını kıpırdatmayan müslümanlar (!) mesele kendi canları olduğunda, ki daha henüz ortada vahim bir durum yokken, önlem amacıyla oradan alışveriş kesti (azalttı diyelim). Sonra baktık ki ne oldu? Aa!, dünya batmadı, ekonomi bitmedi, fakir de olmadık (o paragözleri saymıyorum, onların karları eridi).
Yani ne oldu, bu fitne bizim ahirette Allah’a sunacağımız bahaneleri şimdiden ortadan kaldırdı. Allah Resulü sallallahu aleyhi vesellem Efendimizin müminler bir vücut gibidir, vücudun bir yeri ağrıdığında vücudun diğer tarafları bu acıdan habersiz duramaz manasına gelen hadisi, kardeşlerin ızdırap çekiyorsa buna vurdumduymaz olamazsın diye bizi uyarıyorken, biz yok şöyle çin güçlü, yok şöyle fakir oluruz diye kendimizi avuturken (ahirette bu bahaneleri sunarak kurtulacağımızı düşünerek) bir virüs korkusu bu bahanelerimizi alıp götürdü. Bir vücut gibi davranmadığımızı, ya da öyle düşünmediğimizi açığa çıkardı.
Bunun bir benzerini Suriye’deki olaylar için yapmadık, Myanmardakiler için yapmadık. Yaptık diyenler varsa; üç kuruş para verip bu sorumluluktan kurtulmaya çalıştık, onlara evlerimizi şehirlerimizi açtık diyenler varsa, her gün onlara okunan lanetleri hatırlatırım, nereden geldi bunlar buraya diyerek arkasından incitme gelen sadaka olduğunu ve bunun da Hak katında kabul görmediğini hatırlatırım. Onlara uygulanan kira fiyatlarını burada açmıyorum bile… Tabi burda geneli konuşuyorum, yoksa özelde Allah’ın ve Resulü’nün razı olacağı şekilde davrananlar mutlaka vardır.
Yemen’de müslümanlar katledilirken, hep beraber kör sağır dilsizi oynadık. Afganistan, Irak onları artık kanıksadık, aklımıza bile gelmiyorlar. Sınırda yunanlar tarafından insanlar, müslüman oldukları için soyulup rezil bir şekilde gönderilirken, sesimiz çıkmadı. Vicdanımız bile acımadı. Bıkmıştık onlardan çünkü.. çünkü evlerini onlar kendileri terkediyorlardı, hatta savaştan kaçıyorlar diye onlara kızıyorduk ve hiçbir şeyimizi artık onlarla paylaşmak istemiyorduk, artık çok olmuşlardı… milyonlarca..! Küçücük çocukların soğuk havada dışarda kalmaları ise umurumuzda bile değildi, ama bizim doğalgaz faturamız otomatik ödeme talimatıyla ödeniyordu…
Ya ne oldu bize.. hani nerde örnek nesil.. Hani Ensar olma ruhu.. E onlar muhacir gibi değil ki diyenler… siz artık susun, bahanelerin ardına sığınmayı bırakın.. benim nefsim dahil..! Bizim örneklerimiz Allah ve Resulü ve ashabı değilmiydi..! Onlar kardeşlerini böyle bütün imkanlar ellerinde varken bırakırlar mıydı? Bıraktılar mı? Hayır! Herşeylerini yarı yarıya paylaştılar… hiç tanımadıkları kişilerle.. ne için? Allah ve Resulü öyle istediği için.. aleyhisselatu vesselam.
Mustazafmış gibi davranan bizler… kardeşlerini görmezden gelen, ve canı tatlı olan bizler… mesele bir yatağa düşme korkusu olunca nasıl da herşey seferber edildi! Demek ki onlar bizim kardeşlerimiz değilmiş, biz bir vücut da değilmişiz biz bu düsturlara iman etmiyormuşuz! Allah’ın ve Resulü’nün bizim için biçtiği bu rollerin hakkını vermiyormuşuz. Virüs daha gelmedi fakat bizdeki manevi virüsleri açığa çıkardı maalesef…
Olayın bir başka yönü de, yine insanların marketlere akın edermiş gibi davranması… Evlerine makarna stoğu yapmaya çalışanlar mı? Tuvalet kağıdı için kavga edenler mi? Dezenfektan, kolonya stoğu yapmaya çalışanlar mı? Fırsatçıları saymıyorum bile, onlar zaten her zaman o kendi rezilliklerine yakışanı yapıyorlar; insanların zor durumlarından ahlaksızca faydalanmaya çalışıyorlar. Bir lira olan şeyi elli liraya kadar çıkaracak kadar gözü dönmüş insan kılıklılardan bekleneni yapıyorlar. Onları konuşup kendimizi yormanın anlamı yok, peki o normal zamanda güzel davranan insanlara ne demeli?
Biz ne ara kardeşimizi düşünmeyi bırakıp kendimizi düşünmeye başladık. Hani bizim örneklerimiz Allah Resulü sallallahu aleyhi vesellem ve Onu güzide ashabıydı -Allah hepsinden ebeden razı olsun. Hani, Allah’ın “kendileri ihtiyaç halinde iken bile kardeşlerini kendi nefislerine tercih ettiler” diye onların isar ahlakından övgüyle bahsettiği o güzide insanlardı bizim örneklerimiz… Biz kimlerle arkadaşlık ediyoruz böyle? Bize ne oldu da Allah Resulünü (sallallahu aleyhi vesellem) ve ashabını bırakıp başkalarının peşinden gider olduk. Ya bu kıtlık korkusu? Ne ara Allah’tan başkası rızkımızı verir oldu haşa! İşte bu virüs fitnesi bizdeki bu ayıpları da apaçık bir şekilde ortaya koydu. Normal zamanda herkes iyi, herkes güzel… ama ortalık karışınca herkesin rengi açığa çıktı.
En çok üzüldüğüm ve canımı sıkan olay ise, daha Türkiyede vaka olmadığı (yada vaka sayısı 1 olarak) açıklanıyorken, müslümanların camilerde musafahayı kesmeleri oldu. Cami imamlarının can havliyle ortalıktaki tesbihleri kaldırmaları ve cemaatle musafaha etmeyi kestiklerini bundan sonra uzaktan selamlaşma yoluyla olması gerektiğini söylemeleri oldu. Tesbih meselesine çok takılmıyorum Allah Resulünün uygulamalarında çok yer almadığı için, fakat musafaha meselesi, iki müslümanın kalbindeki kini giderir, musafaha edildiğinde ikisinin günahları temizlenmeden ayrılmazlar gibi manalara gelen hadisler ışığında baktığımızda bunun sünnette ne kadar önemli bir konumda olduğunu düşündükçe, bizim nasıl büyük bir hayırdan alıkoyulduğumuzu ortaya koyuyor. Ve bunun daha ortada hiçbirşey yokken tedbir amaçlı olduğu söylenerek yapılması, en küçük bir olayda ilk önce dinimizden ve sünnetlerden taviz vermeye başlayacağımızın apaçık göstergesidir.
Kimileri bunun önlem amaçlı olduğunu ve hastalıktan korkmanın caiz olduğunu söylüyor, haklı olabilirler de fakat bunu içime sindiremiyorum. Olayın daha vahim durumlara gelmesinden endişe ediyordum, ya cumayı kılmazlarsa ne yaparız diye vehmederken camilerde artık cemaatle namazın ve cumaların da kılınmayacağı duyurusu geldi.
Daha ortada bir vaka yokken, hastalık yüzünden karantinaya alınmış bir tanıdığımız yokken, sadece kendi çevremden demiyorum tanıdığım kişilere de soruyorum bildiğiniz karantinada olan insan var mı diye, cevap hep hayır, yani ortada hasta olan yokken, hastalık belirtisi (burun akıntısı, nezle grip gibi bile olsa bir belirti) gösteren kimse çevremizde, okulda, camide, sokakta yokken bizi hastalık korkusu sarmış ve biz bu korkuyu destek alarak dinimizden taviz veriyoruz. Devletin açıkladığı (bu yazı yazıldığı sırada 98 olarak açıklamışlardı, 81 milyonda 98 kişi ve hepsi de yurtdışından gelen kişiler, henüz içerde bişey yok) sayıya göre memleketimizde milyonda bir olan bir hastalık ihtimali için biz camilerde cemaatle namaz kılmayı terk ettik, cuma namazlarının kılınmayacağını ilan ettik. Evet olayı buralara kadar getirdik. Kafirlerin yüzyıldır yapamadığı şeyi en küçük hastalık korkumuzdan dolayı biz kendi ellerimizle yaptık.
Bazı kişiler duygusal davrandığımı düşünebilir, söylüyorlar da. Veya devletin hızlı ve acil önlemler alması gerektiği yönünde cevaplar veriyorlar. Ve hatta bana bir sahabenin ölüm korkusundan dolayı soğuk suyla yıkanmayıp teyemmüm etmesi olayını da hatırlatabilirsiniz korkunun caiz olduğuna dair. İmamlar hocalar fetva da verebilir korku sırasında cemaatle namaz kılınmayacağına dair. Ancak benim itirazım ve haykırışım ya biz neden ilk önce dinden eksiltmeye veya azaltmaya başlıyoruz. Paranın elimizden daha kirli olduğu malumunuz, ortalıkta para alışverişini kesin, ondan sonra musafaha etmememi isteyin benden.. lokantaları, alışveriş merkezlerini kapatın ondan sonra camilerde cemaat olmayı engelleyin, her türlü dezenfeksiyon yöntemi aleti elinizin altındayken, kendi toplantılarınızda her türlü önlemi alabiliyorken, ya da oraya kaynak aktarabiliyorken neden cuma günü gelen herkesi dezenfekte etmiyorsun da namazı engelliyorsun. Sistem kurmak pahalı mı geldi, ya da dezenfeksiyon imkansız mı o ortamlarda… hatırlatayım çevremizde henüz hastalık belirtisi gösteren yok. Yani bizim cebimiz bizim rahatımız cumadan daha kıymetli oldu.
Gelip bir de bana sahabeden veba ile ilgili tedbirleri örnek de vermeyin. O zaman dezenfeksiyon imkanları belliydi, ister istemez o kişilerden uzak durup kaçıyorlardı ve tekrar hatırlatayım o zamanlar hastalar ortalıkta ve biliniyorlardı, olay bir vehme veya korkuya dayanarak gerçekleşmiyordu. O zamanlarda Allah Resulü aleyhisselatu vesselamın vebalılardan biat almadığına dair bilgiler var, evet O uzak durdu onlardan çünkü hastayı görüyordu biliyordu, bizim durumumuzda ise hasta ortada yok, etrafımızda bile kimse yok. O zamanki şartlarla şimdiki şartları karşılaştırmayın, çünkü şimdi herkesin elinde dezenfektan, herkesin anlık kendini koruma imkanı var, onlarda ise öyle değildi. Fakat onlar yine de cemaatle namazı terketmediler. Cumayı terketmediler. Evet o hastalıklı bölgelerden uzak durdular, fakat ibadetlerini aksattıklarına dair bilgi yok. Yine tekrar ediyorum, hastalığı bilerek görerek onlardan uzak durdular. Bir acabadan dolayı değildi. Çünkü bir yerde bulaşıcı hastalık varsa girersen bulaşır, bu müslümandır, bu iyidir demez, bu sünnetullahtır.
Ben burada şunu demek istemiyorum, camilerde, dışarıda hastalık var ama biz yine de gidelim demiyorum. Hastalık olduğunu gördüğümüzde gitmemizi engelleselerdi diyorum, daha hiç birşey yokken ilk başta en güçlü sünnetten ve hatta farzdan alıkoymaları zoruma gidiyor, kabullenemiyorum. Dinimiz bu kadar bizim için kolay vazgeçilecek bir konumda olmamalı. Paramızdan ve zamanımızdan daha değerli olmalı. En son çözüm olarak dinden taviz vermeliyiz. Ama yok biz ilk önce onları atıyoruz.
Yine de ululemre itaat açısından onların dedikleri gibi yapıp evimde duruyorum. Bu sefer de bir başkasının hayatını tehlikeye atma korkusu geliyor insanın içine. Ben ısrar edersem dışarı çıkmak için ve bu namazları camide kılmaya çalışırsam, benden değil de bir başkasından bir diğeri etkilenirse, bunun vebaline ortak olurum korkusu. Hesap günü biz sizi uyardık gelmeyin diye kendilerini savunurlarsa imamlarımız, kalırız ortada o vebal ile, Allah korusun.
————–
Yazıyı burada sonlandırıyorum, kalan düşüncelerimi bir sonraki yazıda paylaşacağım inşallah.
Allah bu ümmeti muhafaza eylesin.